Kendini feshettiğini açıklayan terör örgütünün lideri, yaşının ilerlemesini ve sağlık sorunlarını gerekçe göstererek, yürüttüğü haksız eylemlerle birlikte örgütün sözde misyonunu tamamladığını duyurmuştur. Ancak PKK her ne kadar “silah bıraktık” dese de, gerçekte silah bırakmadığı açıkça ortadadır.
Gerçek bir silahsızlanma için yalnızca söz yeterli değildir. Örgütün tüm organlarının ve bağlı yapılanmalarının da tamamen feshedilmesi şarttır.
2015 yılındaki çözüm sürecinde de ifade ettiğimiz gibi, özellikle Fransa, İsveç, İngiltere ve ABD gibi Batılı ülkelerde bu tür örgütlere karşı hiçbir ciddi tepki gösterilmemiştir. Bu ülkelerden herhangi bir somut adım atılmadığına göre, söz konusu fesih ve silah bırakma iddialarının inandırıcılığı bulunmamaktadır.
Gerçek bir irade söz konusu olsaydı, örgüt mensuplarının silahlarını Diyarbakır meydanında, halkın önünde bırakmaları ve süreci kamuoyuna açık bir şekilde yürütmeleri gerekirdi.
Feshedildiği iddia edilen örgütün PYD, YPG veya KCK gibi uzantılarında faaliyet göstermeye devam edeceğine dair güçlü şüphelerimiz vardır. PKK'nın uluslararası meşruiyet kazanamaması nedeniyle PYD ve YPG gibi yapılarla birleşmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir.
ABD, bu gruplara yaptırım uyguladığını iddia etse de, geçtiğimiz hafta yeni silahların teslim edildiği bilinmektedir. Bu gelişmeler, söz konusu yapıların silah bırakma gibi bir niyet taşımadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Fransa'nın Suriye'deki limanların işletmesini üstlenmesi ise dikkatle değerlendirilmelidir. Bu adımların, sahil hattından İskenderun Limanı'na kadar uzanacak bir stratejinin parçası olduğu düşünülmektedir. Bu limanlardan elde edilecek kaynaklar Fransa'nın çıkarları doğrultusunda mı kullanılacaktır, yoksa terör örgütlerine yeni fonlar mı aktarılacaktır?
PYD ve YPG’nin ABD adına Suriye’de faaliyet gösterdiği artık gizlenemez bir gerçektir. Bu grupların amacı yalnızca bölgedeki kaynakları kontrol altına almak değil; uzun vadede bir “Kürt devleti” kurmak için uluslararası destek toplamaktır.
Örgütün tüm organları hâlâ faalken, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı olan Kilindin’in neden hâlâ görevde olduğu da sorgulanmalıdır. Görevine devam eden Kilindin’in bu örgütleri eğitmekle yükümlü olduğu yönündeki iddialar ciddi endişelere yol açmaktadır.
Örgüt liderinin “tarihi misyonunu tamamladığını” söylemesi, aslında 60 bin vatan evladının kanını arkada bırakma çabasıdır. Bu söylem, Türkiye’yi örgütlerle oyalamak, ekonomisini zayıflatmak, yatırımları engellemek ve ülkeyi istikrarsızlaştırmak amacı taşımaktadır.
Ancak unutulmamalıdır ki; bu hedeflere ulaşmadan, tarihin adalet terazisinde yargılanacak ve hak ettikleri şekilde tarihin karanlık sayfalarına gömüleceklerdir.
Örgüt liderinin asıl amacı, kendisini ve yol arkadaşlarını meşru aktörler olarak kabul ettirmek, "ben de bu ülkenin söz sahibi bir paydaşıyım" diyerek meşruiyet kazanmaktır. Fakat bu çaba, Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı ve tavizsiz duruşu karşısında asla başarıya ulaşamayacaktır.
Örgütün “vatan, bayrak, devlet” adı altında yürüttüğü sahte mücadelesi, tıpkı Hindistan'ın Pakistan karşısında yaşadığı başarısızlık gibi, hüsranla sonuçlanacaktır. ABD tarafından yalnız bırakılan Hindistan örneği, benzer şekilde bu örgütler için de geçerli olacaktır.
ABD ve İsrail’in temel stratejisi, dünya genelinde etnik ve mezhepsel çatışmaları körükleyerek “böl, parçala, yönet” anlayışıyla küresel istikrarı bozmak ve kontrolü ellerinde tutmaktır. Nihai amaç, siyonist idealler doğrultusunda bir dünya imparatorluğu kurmaktır.
Bu anlayış, vizyonsuz ve ideallerden yoksun bir millet anlayışı ile hareket etmektedir.
PKK ve benzeri örgütlerin, Hindistan’ın Pakistan’a karşı yaptığı başarısız operasyonlardan sonra, ABD desteğiyle yeniden sahaya sürülebileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir. Bu noktada, Türkiye’nin sağlayacağı istihbarat ve askeri destekler kilit rol oynayacaktır.
Son yüzyılda Akdeniz ve Ege’de yapılamayan deniz paylaşımı girişimleri, bugün Yunanistan üzerinden yeniden gündeme getirilmektedir. Yunan adalarında barınan terör örgütleri, Türkiye’ye karşı açık bir tehdit haline gelmiştir. Bu tehdit; ekonomiyi zayıflatmak, yatırımları durdurmak ve turizmi baltalayarak bölgeyi savaş ortamına sürükleme riski barındırmaktadır.
Öte yandan, dünya liderliğini korumakta zorlanan ABD, Çin ve Rusya gibi yükselen güçlerin karşısında yalnızlaşmaktadır. Batılı müttefiklerinin desteğini giderek kaybeden ABD için, Türkiye ile iş birliği kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
2012 yılında bazı yabancı akademisyenlerin dile getirdiği gibi, ABD’nin 25 yıl içinde ekonomik olarak çökebileceği öngörüsü hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Ortadoğu yeniden şekillenirken, 1967 sınırlarına dayanan Filistin meselesi uluslararası alanda yeniden tanınma aşamasına gelmiştir. Bu süreçte Türkiye, artık sadece bir gözlemci değil; doğrudan oyunun kurallarını belirleyen baş aktörlerden biri haline gelmiştir.